(Bu yazım, aramızdan ayrılışının 18. yılı olan,
Öğretmen Ablam, Ayla AKYILDIRIM içindir)
Uzak dağ köylerinin çiğdem çiçeği,
Öksüz nevruzu, zemherilerin.
Bahar muştusu kardelensin;
Sen; öğretmensin.
Bugün 24 Kasım ve sensiz geçen onsekizinci öğretmenler günü ablacığım.
Yokluğunu bir türlü içime sindiremiyorum…
Çocukluğumuzun geçtiği mahallede seni arayıp bulmak adına
zaman zaman dolaştığım oluyor.
Eski evimizin önünden geçerken derin bir hava çekiyorum içime…
Başımdan topuğuma kadar soluyorum,
Seni bulabilmek, kavuşabilmek niyetine…
Yıllar çok çabuk geçiyor ablacığım…
Daha dün gibi aklımda senin liseli ve üniversiteli yılların...
Songül, Özgül, Seriye, Safiye ablalar…
Seni özlediğim kadar, onları da çok özlüyorum.
Acaba senin yokluğundan haberdar mıdırlar?
Kim bilir şimdi neredeler veya nasıllar?
Lise son sınıf okul sergisinde,
Hamurdan yaptığınız çiçekler…
Yapmasını okulda öğrendiğiniz pasta ve çörekler…
İnanır mısın bilmem ama o tadı damaklarımda hala bulamıyorum.
Allı pullu, şile bezinden diktiğiniz kıyafet defileniz vardı…
Lokomotif desenli süveterler…
Cici kızların söylediği “delisin” adlı şarkıyı hep bir ağızdan seslendirmeler.
O çocuksu yüreğimle aşık olmuştum hepinize!
Üniversite yılların hayatının en heyecanlısıydı…
Arkadaşlarını davet edip, öğlenleri eve yemeğe getirdiğin vakit,
Annemin gözlerinin içi gülerdi…
Tıpkı senin gözlerinin içinin güldüğü gibi.
Ve onun içindir ki seni annem kadar çok seviyorum ablacığım…
Unutulmak çok kolaydır ablacığım,
Oysaki seninle beraber geçirdiğim o güzel yıllar
“unutmak” sözcüğünü ben de geçersiz kılıyor.
Öğretmenliğinin ilk yıllarında çok heyecanlıydın.
Bir o kadarda istekliydin.
Köy öğretmenliği hiç de kolay değildi.
Dağ yamacında bir köy ve köy kenarında bir okul.
Yanakları çilli, sarışın, esmer köy çocukları…
Hepsi de seni ilk günden nasılda bağırlarına basmıştı.
Senin onları bağrına bastığın gibi…
Kimine anne, kimine abla olmuştun.
Clara Zetkin misali, köy kadınlarının savunucusu, erkeklerin ise arzuhalcisi!
Öğretmendin… Ebeydin, hemşireydin, onlar kadar köylüydün!
Seninle beraber Diyarbakır’da geçirdiğimiz o tatlı ama bir o kadar da zor günler
aklımdan bir an olsun çıkmıyor ablacığım.
Çermik Petekkaya, Kulp Karpuzlu köyleri…
O yıl havalar ne kadar da soğuktu.
Kurt ulutan soğuklar vardı.
O soğuk havalarda köy çocuklarının okuma istekleri seni çok duygulandırmıştı…
Hatta ağlatmıştı!
“Bunlar bu soğuklarda kolay kolay okula gitmezler,
senin için okula geliyorlar hoca hanım…’’
Diyen, köy muhtarının sesi hala kulaklarımda.
Ne yapmıştın da bu çocuklar bu kadar okumaya istekliyidiler?
“Sadece saçlarını okşadım” yanıtı beni tatmin etmeye yetmişti.
Kulp’a yolculuğumuz ise bambaşkaydı…
Karpuzlu köyü bizi bekliyordu…
Bir köy minibüsünün içini bile doldurmayan üç beş küçük eşyamızla gelmiştik Karpuzluya.
Köy öğretmenlerinin heyecanlı bekleyişi bizi ne kadar çok duygulandırmıştı…
Senin gözlerinin içi gülüyordu, o karşılama esnasında…
Çok uzun yıllar sonra Kars ve Sarıkamış…
Yine bir köy, yine bir köy öğretmeni.
Ardından, seni benden, seni bizden koparan adı “ PUŞT ” olan “ ÖLÜM ” haberi…
Bu filmin sonu böyle bitmeyecekti ablacığım…
Hayatı ve zorluklarla mücadeleyi, yıllar önce bana gurbette sen öğrettin…
Şimdi bile senin yokluğunda ve senin öğrettiğin gibi ayakta durmaya çalışıyorum.
Yaşamayı, tutunmayı, sabrı, fedakarlığı, mücadeleyi, azmi ve kazanmayı…
Demek ki öğretmenlik sadece a,b,c,d öğretmek değilmiş,
Hayatın ta kendisini öğretmekmiş...
Gülüşünü, duruşunu, bağırmanı, çağırmanı, şefkatini ve merhametini özlüyorum…
Bugün ben seni, ruhumda, benliğimde ve beynimde yılın öğretmeni olarak ilan ediyorum.
Öğretmenler günün kutlu, ruhun şad olsun.